Yusuf Atılgan
Romancı Mehmet Eroğlu, insanları ikiye ayırdığını söyler: "Tatar Çölü'nü okuyanlar ve okumayanlar". Eroğlu'na göre "Dino Buzzati'nin bu küçük başyapıtı yazmak için gerekli olan "hayat edinme" teması üzerine enfes bir denemedir".
Mehmet Eroğlu'dan mülhem biz de insanları ikiye ayırabiliriz: "Aylak Adam'ı okuyanlar ve okumayanlar". Çünkü iyi roman okurunun yolunun mutlaka uğraması gereken duraklardan biridir Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ı. Tıpkı Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur'u, Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ı, Sebahattin Âli'nin Kürk Mantolu Madonna'sı gibi...
Aylak Adam'ın yayımlanışının üzerinden 50 yıl geçmiş. Yazarı Yusuf Atılgan'ın ölümünün üzerinden ise 20 yıl... Yapı Kredi Yayınları, bu kült romanı 50. yıl özel baskısıyla okura sundu. Aylak Adam, 1958 yılında Yunus Nadi roman ödülünü kazanır. Kitap bir yıl sonra da basılır. Roman yayınlandığında edebiyat dünyasında çok tartışılır. Ne söylenmek, ne anlatılmak isteniyordur bu romanda? Klasik roman okurunun alışık olmadığı bu tarzda "maceranın anlatımından daha çok yazının macerası"dır önemli olan.
Yusuf Atılgan, Aylak Adam yayınlandığı yıllarda başarılı bir üniversite öğrenciliğinin ardından Manisa'nın Hacıharmanlı köyünde adeta inzivaya çekilmiştir. Çiftçilikle uğraşır. Hemen her gün kahveye uğrar, briç, satranç oynar. Film seyreder, sayısız kitap okur. Gazete ve dergiler için çeviriler yapar ve öyküler yazar. Kendisine ikincilik ve iki bin lira ödül kazandıracak romanı da köyde yazıp bitirir.
Roman daha ilk cümlesiyle okuru yakalar. "Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. İçimdeki sıkıntı eridi." Roman 1950'li yıllarda Türk toplumunun gündemine yeni giren bireyselleşme sorununu işler. Aylak Adam'ın kahramanı C. geçimini ailesinden kalan mirasla, herhangi bir işte çalışmak ihtiyacı duymadan sağlayan; kendi tanımıyla "zengin değil ama paralı" bir adamdır. Hiçbir sorumluluk üstlenmeden bohem bir hayat sürer. Yalnızdır. Mutsuz, sıkılgan, aylak... Sinemalara, kahvelere, meyhanelere gider, sokaklarda dolaşır. Yaşadığı toplumun uzağına düşmüştür, düzene yabancıdır. Sürekli bir arayış içindedir. "Ben toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum. Gerçek sevgiyi. Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlikte düşünen, duyan, seven bir kadın!"
Aylak Adam, aradığı ve tek tutamak olarak gördüğü gerçek sevgiyi, o kadını ararken aslında sürekli ona teğet geçmektedir. Yolda, tramvayda ya da kumsalda çok yaklaşmakta; fakat ona erişememektedir. Roman, bir imkansızlık tasavvuruyla son bulur: "Sustu, konuşmak lüzumsuzdu. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı."
Son söz olarak diyoruz ki; ey okur, teğet geçme Aylak Adam'ı, oku...