top of page

Onun bir adı bile yok. İnsanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır çünkü. Doğar doğmaz, onun isteği ve iradesi dışında başkaları tarafından veriliyor. Ve ne yazık ki, yapışıp kalıyor da daha sonra ona. Hangi adla anılacağımıza biz karar veremiyoruz mesela. Bizim adımıza başkaları bu hakkı kullanıyor; ya da hayat rolümüzü biçmeye çalışıyor. Peki biçilen kalıp bünyeye ne kadar oturabiliyor? Galiba pek oturmuyor, ama çoğumuz oturuyormuş gibi yapıyoruz nedense. C., kendisine biçilen kalıba girmemek için direnen biri. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam isimli romanının muhalif karakteri C., toplum hayatındaki kanıksanmış birçok şey gibi, adını da sorgulayanlardan. Çocukluğundan itibaren babasının ona biçmeye çalıştığı hayat rolünü reddetmekle başlamış kendi rolünü oynamaya. Babasının hayat karşısındaki iki yüzlü tavrı, daha 5-6 yaşlarındayken tiksindirici gelmiş onun için. Ve sırf bu yüzden babasının her isteğinin tersini yapmaya çalışmış, babası hayatta olduğu süre içinde. Okumamasını, işin başına geçip para kazanmasını istemiş, ama o, okumayı tercih etmiş. Okumasını isteseymiş, okumayacağını da peşinen ifade ediyor ama romanda C. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam romanında çizdiği C. karakteri, gerçek hayatta karşılığı çok az bulunan ayrıksı bir tip. Muhalefet adamın doğasında var; ama bu muhalefet aslında bakıldığında, sırf iş olsun diye yapılan bir muhalefet değil elbette. Günlük hayatın rutini içindeki delice koşuşturmamızda gözden kaçırdığımız, aslında durup biraz düşünsek asla onaylayamayacağımız ya da yanından ilgisizce geçemeyeceğimiz o kadar çok ayrıntı var ki? Peki bu kadar çok ayrıntıyı gözlemek kimin işi olabilir? Tabii ki aylak bir adamın. Babasından kalan miras sayesinde çalışmak diye bir kaygısı olmayan Aylak Adam C., sırf bu yüzden hayattaki rolüne anlam aramakla günlerini tüketen biri. Bir sinek gibi, umarsızca başkalarının kanını emen bir kene gibi, her şeyin parayla satın alındığı bir dünyada, bulunduğu her ortamda parasını konuşturan, parasıyla insanlara boyun eğdiren, ama yaptığı iğrençliğin de farkında olduğu için parasının satın alamayacağı şeyleri arayan iflah olmaz bir tip çizmiş Yusuf Atılgan, Aylak Adam romanında. Daha ilk satırlarında romanın, bazı anlarda insanın içine lök diye oturan, gerçek anlamda hissedildiğinde sıkıntının doruğuna çıkaran, o insanın kendini ayması duygusundan bahsediyor yazar. Hani kalabalık bir sokakta, bir anda sokakta bulunan herkesle ilgimizi kesip kendimize dönebildiğimiz kısacık anlardan. İşte o zaman bir ayrıntı beliriyor gözlerimizin önünde. O ayrıntı, bize hayatın gerçek yönünü gösteren, içinde bulunduğumuz illüzyonu kafamıza kalın bir sopayla vurulmuş gibi hatırlatan, travmatik bir ayrıntıdır aslında. “Ne yamansınız dökme kalıplarınızla; bir şeyi onlara uydurmadan rahat edemezsiniz.”* Böyle isyan ediyor C., hayat karşısındaki zorlama tavırlarımızı gördüğü zaman. Oysa zorlama tavırlar içinde, taktığımız maskenin de güveniyle salındığımız sokaklar o kadar çok ayrıntı barındırıyor ki; hiç dikkat etmeden yanından sıyırıp geçtiğimiz aslında bizim hayatlarımız. İnsana odaklanmış bir roman Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı. Olabileceği en dışa kapalı haliyle, kendi dünyasının bulantısında çırpınan naif, zayıf ve hastalıklı insana. Tam da bu nedenle, varoluşçu bir kaygıyla yazılmış bir romandır diyebiliriz Aylak Adam için. Ayrıntıların insanı C.’de, Sartre’ın romanlarında çizdiği karakter özelliklerinin tümünü de görmek mümkün. Tıpkı Bulantı’da olduğu gibi, Aylak Adam’da çizilen karakter de sürekli bir sıkıntı, tiksinti, bunalmışlık içindedir. Dışarıdan ona verilen, onun isteği ve iradesi dışında dayatılan hayat o kadar sıkıcıdır ki; sırf üç oda bir mutfak ve üç-dört tane çocukla kurulan beraberliklerden tiksindiği için, hiçbir kadınla sonuna kadar bir birliktelik ilişkisi kuramıyor. Rol yapamıyor sevmeye çalıştığı kadınlara karşı. Çünkü, “Alışmaktan korkuyordu. Böyle giderse bu masa sevgilerinin kutsal yeri olacaktı. Bir yerleri olması kötüydü. Sonra insan kendinin değil, o yerin isteğine uygun yaşamaya başlardı.”** Nice evlilikler vardır, ilk tanışılan yerin nostaljik bir duyguyla anıldığı. Ya evlilik yıldönümleri, sevgililer günü, arkadaş, aile, dost-akraba ziyaretleri? Acaba kaç tanesini yaparken içimizde bir sıkılmış, iki yüzlülük duygusu hissetmiyoruz? Belki birçoğumuzda bu duygu vardı. Ama bunu ifade etmek bir yana, pek çok kez bu duyguyu adlandırma gereği bile duymadan, yokmuş gibi davranmayı toplumsal rollerimize daha uygun buluyoruz. Derdini yalın ifadelerle açıklamaya çalışan, ama kafası sürekli karmaşa içinde olan bir adamın süre giden monologları da diyebiliriz Aylak Adam için. “Bu mavi boşlukta etimiz bile sonuna dek sevişemiyor. Çünkü bu ses geçmez, ışık sızmaz odada bile başkaları bizimle birlik.”*** İnsan kafasının içindekileri gittiği her yere götürüyorsa, başkalarını aklından çıkaramıyorsa bir türlü, onlar aynı zamanda onun için bir gözetmene de dönüşmüyor mu? Bu gözetlenmişlik duygusu, Orwelvari bir “Big Brother” tasavvuru gibi olmasa bile, başkasını duyumsamanın verdiği ağırlık, hissedebilen için katlanılması zor bir şey olsa gerek. Katlanmak da C.’nin literatüründe olmayan bir kelime. Hayatı, hissettiği biçimiyle yaşamak istiyor. Tabii bunun da bedeli daha çok yalnızlaşmak ve giderek hiçbir şeyden tat alamamak oluyor ki, böyle anlarda insanın sol şakağı katlanılmaz bir ağrıyla sancır. C., yaralandığı her sahneden derin bir acıyla başka bir sahneye geçiyor. Şakağındaki sancıyı hafifletmek için sıkça alkol alıyor, fakat bunun nedenini öğrenmek için de doktora gitmeyi reddediyor. Beynindekinin belki bir ur, ölümcül bir hastalık olabileceğini bile bile ölmeyi de umursamıyor. Anlatılması gerçekten zor bir karakteri canlandırmış Yusuf Atılgan Aylak Adam romanında. Varoluşçu romanın duvarında önemli bir yere ustalıkla yerleşmiş, göz alıcı bir tuğla gibi, görmezden gelinemeyecek, ama görmek için de bakmayı ve çabayı gerektiren bir roman. *** Bu aralar tekrar okuma ihtiyacı hissettiğim bu kült roman, bir başka kült kitapta, Oğuz Atay’ın “Korkuyu Beklerken” isimli öykü kitabında çizilen “Beyaz Mantolu Adam”la da paralellikler içeriyor. Betül Tarıman’ın, Oğuz Atay’ın “Beyaz Mantolu Adam” öyküsünü odağa aldığı deneme yazısıyla bu sayımızın da konseptini oluşturan varoluşçu yazın; ayrıntıya, aykırıya, ayrıksıya gönül vermiş MaviMelek’in en çok işlediği konulardan. Ancak kendimizi tek bir bakış açısıyla da sınırlamış değiliz elbette. 31. sayımızda da varoluşçu yazının yanı sıra, pek çok farklı edebi yaklaşımı barındıran, ama odağında insan olan eserler var. Kendimizi anlama yolculuğunda bize katılan tüm yol arkadaşlarına sonsuz sevgiyle? *Yusuf Atılgan, Aylak Adam ; s. 11. YKY-2008 *A.g.y. *A.g.y. http://mavimelek.com/aylak_adam.htm, Sayı: 31, Yayın tarihi: 25/10/2008 - See more at: http://www.insanokur.org/?p=7363#sthash.2r7zZiS0.dpuf

 

 

 

Hasan UYGUN - Alışmaktan Kokuyordu

(mavimelek.com 25.10.2008)

bottom of page